Kurucusu oldukları Monapetra Jewelry’nin New York Metropolitan Sanat Müzesi, The Heirloom project için seçildiğini duyunca ” Tarihten ve sanattan ilham alarak bayanları güçlü hissedirecek ve en kıymetlisi öyküsü olan dizaynlar üretiyoruz” diyen Begüm Özbaş Kısakürek ve İris Süloş Özbağ ile görüştük.
Bir marka kurduğunuzda amaç ve hayalleriniz çekingen yahut çok büyük yahut tezli değilse, bu büyük ihtimalle bir şeyler yanlış demek. Çıta daima yüksek olmalı, sizce de öyle değil mi? Şimdi ayrıntılarını okuyacağınız The Heirloom projesi en özet haliyle dünya çapında el işçiliğine önem veren zanaatkarlarla, markalarla birlikte çalışıyor. Bu röportajda okuyacaklarınız bunun teyidi.
New York Metropolitan Sanat Müzesi’nin, The Heirloom Project için Monapetra’yı seçmesi nasıl oldu? Tüm ayrıntıları bilmek istiyoruz, öncesi sonrası…
Begüm: Metropolitan Sanat Müzesi işbirliğimizin başlamasının altında çok güzel bir dostluk ve koçluk öyküsü yatıyor. En başından beri markamıza çok büyük dayanak veren ve her mevzuda bize yol gösteren Mehry Mu markasının sahibi ve dizayncısı Güneş Mutlu’nun, bu proje için bizi önermesi ve gönüllü olarak markamızın elçiliğini üstlenmesi ile oldu. Kendi markasını yaratan ve çok başarılı olan bir bayan girişimcinin geriden gelen yeni genç girişimcilere bu şekilde takviye olması ve bizi de kendi yolunda üst taşıması herkese örnek olmalı, ona minnettarız ve buradan da tekrar çok teşekkür ediyoruz.
İris: Sevgili Güneş’in Heirloom Project’in başında yer alan dünyaca ünlü dizayncı Madeline Weinrib’e bizi önermesi dönüm noktamız oldu diyebiliriz. Proje, dünya çapında el işçiliğine önem veren zanaatkarlarla, markalarla çalışıyor. Madeline’e koleksiyonlarımızda kullandığımız antik Roma desenli “intaglio” tasarımlarımızı sunduk ve görüşmemizin akabinde projenin merkezinde yer alan gelincik temasını bu dizaynlarımız ile buluşturduk. Ortaya çok heyecanlandığımız bir koleksiyon çıktı. Şimdi herkes küpelerimizi konuşu- yor, heyecanlı ve gururluyuz.
Bunun sizin için manası tam olarak nedir? Heirloom için tasarlamak yeni bir koleksiyon yahut parçalar için yeni fikirler de getirdi mi beraberinde?
B.: Bu projede olmak bizim için gerçekten çok büyük bir adım. Çok gurur verici olması bir yana daha çok başarmak ve üretmek için motive eden ve aslında her şey yeni başlıyor dedirten bir gerçeklik oluşturdu. Mutlaka yeni dizaynlar, markamız ile ilgili yeni fikirler için büyük birilham kaynağı oldu. Her gün bu fikirlerimizi geliştirmek üzerine beyin fırtınaları yapıyoruz.
İ.: Biz her vakit üreten, fark yaratmayı seven bir markayız. Kendi koleksiyonlarımızı sürekli güncelliyor, yeni koleksiyonlar için de sürekli çalışıyoruz. Heirloom Project bizim için gerçekten büyük bir adım oldu. Bu orta fikir aşamasında olduğumuz birtakım projeler var ve Heirloom Project bunların ilham kaynağı oldu diyebiliriz.
Monapetra’nın kendi öyküsüne dönelim. Her şey nasıl başlamıştı?
B.: Sanata ve dizayna yatkınlığım çocukluğumda başladı diyebiliriz. Babamın mimar ve antika koleksiyoneri oluşu, annemin sanata olan yeteneği ve gözü, tüm çocukluğum boyunca tablo ve sanat yapıtları ortasında büyümem, geçmişten bugüne gelen farklı bir bakış açısı oluşturdu. İris’in de anne ve babasının mimar oluşu ve onun da sanatla iç içe büyümesi, doğuştan gelen müthiş bir sanat gözü ve yeteneğinin olması bizi üniversitede Görsel İletişim ve Tasarım okuduğumuz bölümde buluşturdu. Birlikte hayallerimizi birleştirdik ve Monapetra’yı yarattık. Sanatı, kökle- rimizi, bugünkü Begüm ve İris’i birleştirdik. Birbirimizden aldığımız güçle eşsiz dizaynlara imza attık.
İ.: Begüm’ün de bahsettiği üzere bizim sanata ve dizayna olan tutkumuz çocukluk yıllarına dayanıyor. Birlikte lise yıllarında başlayan arkadaşlığımız üniversitede de birebir bölüme adım atarak ve güçlenerek devam etti. Üniversite yıllarında keyifli tasarım projeleri yaptık ve birlikte üretmenin bize ne kadar heyecan verdiğini gördük. Daha sonra mesleğimizi geliştirmek ismine ikimiz de farklı perakende markalarında çalıştık. Sonra tekrar bir ortaya gelerek dostluğumuzun, eğitimimizin ve tecrübemizin verdiği güçle hayallerimizi gerçekleştirelim dedik ve 2018 yılında Monapetra’yı kurduk.
Neden özellikle takı/mücevher? Sizler için farklı bir manası, bir öyküsü var mı?
B.: Benim için takı/mücevher her vakit tarzımın olmazsa olmazı olmuştur. Bence görünümün en temel tamamlayıcısı mücevherlerdir. Ne kadar sade bir tarzınız olursa olsun bir iki parça takı sizi parlatır, farkınızı ortaya koyar. Mücevherler ve takıların jenerasyondan nesile geçebiliyor olması, his, maneviyat taşıması, yaşattığı his ve verdiği güç farklıdır. Bazen bir totem, bazen bir dayanak bazen de güven hissi yaratır. Benim için mücevherler mana yüklenebilen değerlerdir. Monapetra’da gerek malzemesi ve tasarımı, gerekse her bir dizaynın kendi kıssası ile size o manası yükleyerek gelir.
İ.: Günümüzde moda ve birçok alanda fabrikalaşma ve seri üretim var. Hasebiyle farklılaşma neredeyse yok üzere. Biz tarihten ve sanattan ilham alarak bayanları güçlü hissettirecek, eşsiz kılacak, kendine güvenmelerini sağlayacak, kuşaktan nesile aktarabilecekleri ve en önemlisi kıssası olan dizaynlar üretiyoruz. Bence mücevher tüm bu özelliklerin dışavurumu. Vermek istediğimiz hisleri ve iletileri; bazen bir küpede, bazen bir kolyede, bazen bir yüzükte yahut bileklikte elhasıl dokunduğumuz her dizaynda verebiliyoruz ve bu bizi motive ediyor. Özellikle sonraki kuşaklara geçebiliyor olması ve anlattığımız öykülerin yıllarca memnunlukla ve özenle taşınıyor olması aslında neden mücevher sorusunun yanıtıdır.
THE MET dükkanında BİR KÜPE OLSAK… New York’taki The Metropolitan Museum of Arka, The Heirloom Project çin özel koleksiyon tasarlayan Begüm ve İris “Ortaya çok heyecanlandığımız bir koleksiyon çıktı. Şimdi herkes küpelerimizi konuşuyor, heyecanlı ve gururluyuz” diyor.
Son iki yıl, pandemi hem çalışma biçiminizi hem markanızı nasıl etkiledi? Rastgele bir değişiklik oldu mu?
B.: Tüm dünyada pandemi süreci bütün sektörleri etkilediği üzere bizi de etkiledi. Lakin biz sürekli tasarım, fikir ve yenilik arayışında olduğumuz için bu süreci bu bahislere yoğunlaşarak geçirdik. Konuştuk, tartıştık, çizdik… Her şey durulmaya başlayınca ürettik. Bizim için bir orta ve kendini dinleme süreci oldu. Monapetra için bu süreç yaratıcı geçti diyebiliriz.
İ.: Tabii ki etkilendik ancak biz bu dönemi fırsata dönüştürdük. Meskende uzun süre kalsak bile onun da farklı bakış açıları getirebildiğini gördük. Hatta bu süreçte çok yaratıcı fikirleri, güçlü birer dizayna dönüştürdük. Tıpkı eski günlerdeki üzere müşterilerimizle yüz yüze sohbet ettiğimiz günleri hayal ederek, onların sabırsızlıkla takmak isteyeceği dizaynları üretmeye odaklandık. Bizim için pandemi bu manada verimli geçti.
Malzeme seçimleriniz nasıl oluyor? Ve gündemin merkezinde olan farkındalık, sür- dürülebilirlik Monapetra’ya, yani sizlere nasıl yansıdı?
B.: Gereç seçimimiz baştan beri değişmeyen ince çizgimiz; altın. 14 ayar altın üzeri 22 ayar altın kaplama kullanıyoruz. Tekrar 22 ayar ile kaplama nedenimiz ise tasarımlarımızın daha sarı durması, böylece koruduğumuz o antik hissi yansıtabiliyoruz. Sürdürülebilirlik ve farkındalık tasarımlarımızda, en önem verdiğimiz nokta. Ham koleksiyonu buradan
doğdu, ham altın hissi veren, topraktan yeni çıkmış üzere, işlenmemiş dizaynlar yaratma hikayesin- den doğdu.
İ.: Begüm’ün de bahsettiği üzere vazgeçilmezimiz altın. Antik mücevher hissiyatını en yeterli altın veriyor o yüzden tasarımlarımızda muhafazaya özen gösteriyoruz. Bunun yanı sıra kullandığımız diğer materyallere de çok önem veriyoruz. Mesela değerli taşlarımızı aldığımız yer en başından beri birlikte çalıştığımız, kalitesinden ödün vermeyen bir yer. Ayrıyeten güvendiğimiz ustalarımız var. Yalnızca gereç değil, pak işçilik de bizim için çok önemli çünkü el işçiliği ile üreten bir markayız. Kaliteli gereçten yapılan mücevherlerimiz kuşaktan nesile geçebilecek güçte.
Malzeme olarak tercihleri altın ve değerli taşlar. Monapetra dizaynlarının verdiği antik his ise 22 ayar altın kaplamayla ilgili. Markanın bir diğer gücü, uzun vakittir de birlikte çalıştıkları işinde tecrübeli ve titiz ustalar.
Stilinizde takı, mücevher ve aksesuarın yeri nedir, o gün ne giyeceğinize karar verirken nasıl tesir ediyor?
B.: Çoğu vakit o gün giymek istediğim mücevhere göre kıyafetimi belirliyorum. Bence mücevher bir tarzın en önemli parçası. Beyaz tişört ve jean giyseniz bile üzerine taktığınız bir kolye ile bulunduğunuz noktanın en şık bayanı olabilirsiniz!
İ.: Mücevhersiz bir tarz düşünemiyorum! Esasen beni tanıyanlar bilir, birçok mücevheri bir ortada kullanırım. Hepsinin bana farklı bir güç ve güç kattığına inanıyorum. Açıkçası tüm tasarımlarımızı çok seviyorum ve bazen ayırt edemiyorum ve alışılmış ki mücevherleri belirledikten sonra kıyafetim şekilleniyor. Ancak kombinlerimin vazgeçilmez ikilisi anneannemin eski yüzüğü ve birinci tasarladığım mozaik yüzük. Onlar olmadan bir tarz oluşturamam.
Monapetra olarak The Met Store’a giriş yaptığına göre, hayallerde hudut yok mu demek? Marka ile ilgili bundan böyle en büyük hayallerinizden biri nedir?
B.: The Met Store işbirliğimiz ile çok büyük bir hayalimiz gerçek oldu. Şimdi bunu birinci büyük adım olarak görüp sonsuz hayal kurmaya devam ediyoruz. Yakın vakitte Monapetra’yı dünyada da birçok noktada göre- bilmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
İ.: Bizim için büyük bir hayal olan The Met Store’a adım attığımız için çok memnunuz. Lakin biz hayallerle büyüyen, hayallerden güç alıp yaratan bir markayız. Münasebetiyle hayallerimiz daima devam edecek. Yakın gelecekte bayanlara dayanak olma konusunda farkındalık yaratan ve el sanatlarına takviye veren projelerde olmayı hayal ediyoruz ve bunlarla ilgili de çalışmalara başladık.
Monapetrarın radarında? Bununla ilgili bir gözleminiz var mı?
B.: Monapetra sanata, tarihe ve kültüre değer veren bayanların radarında. Hatta yalnızca bayanların değil erkeklerin de birebir şekilde radarındayız. Müşterilerimizin ortak noktası tarz sahibi olmaları ve sanata, kültüre, kıssası olan dizaynlara önem vermesi…
İ.: Begüm’e katılıyorum. Koleksiyonlarımızla bayanlar kadar erkekler de ilgileniyor. Monapetra; tarihi, sanatı, kültürü, antik dönemleri, çağdaş sanatı seven, eşsiz olmayı dileyen herkesin radarında.
Yazı: Suzan Yurdacan
ELLE Türkiye Mart 2022 sayısından alınmıştır.
